18 Şubat 2014 Salı

DEVRİM YASASI MEDENİ KANUNU'NUN 88'inci YILI
Devrim yasalarımızın adı var ama uygulamada yok sayılıyor.
Evlilik yaşı kuralı göz ardı ediliyor. Her üç evlilikten birinde Çocuk Gelin sorunu sürüyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu izleyen yıllarda ülkede çağdaş, uygar bir yaşam biçiminin yerleştirilmesi amaçlanmış ve bu amaca ulaşabilmek için eğitimde, sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal yaşamda köklü devrimler yapılmıştır.
Yaşam ilişkilerinin tümünü düzenleyen hukuk kuralları da bu köklü değişime uygun olarak yeniden ele alınmıştır. Çünkü her devrim, hukuk devrimini de içerir ve her devletin hukuk sistemi o devletin temeline uymak zorundadır.
Bu bakımdan, Hukuk Devriminin Türk ulusu için büyük önemi vardır. Hukuk devrimi ile din esaslarına dayalı hukuk sistemi terk edilmiş yerine laik bir hukuk düzeni kurmak üzere Kara Avrupası hukuk sistemi benimsenmiştir.
Hukuk devrimi denilince ilk akla gelen Medeni Kanun’un kabulüdür. 17 Şubat 1926 da kabul edilen Medeni Kanun’un özellikle Aile Hukuku bölümünde köklü bir hukuk reformu yaşama geçirilmiştir. Kadınlar, evlenme, boşanma, mal varlığı, miras gibi özel yaşamlarına ilişkin haklar açısından erkeklerle eşit konuma getirilmişlerdir. Medeni Kanun, bu bakımdan ülkede demokratikleşmenin ilk adımı ve çağdaşlığa açılan kapı olarak nitelendirilir.
Medeni Kanun ile erkeğin birden çok kadınla evlenebilmesi yerine tek eşlilik, erkeğin “boş ol” demesi ile sonuçlanan boşanma yerine, kadının ve erkeğin kanunda belirtilen nedenlere dayanarak boşanma davası açabilmesi ve bu konuda mahkeme kararı alınması koşulu, mirastan erkek çocuğun tam pay, kız çocuğun yarı pay alması yerine her ikisinin eşit pay almaları kabul edilmiştir. Evlenme yaşının belirlenmesi ve resmi nikahın kabulü ise kadın hakları açısından büyük önem taşımaktadır.
1926’da Türk Kanunu Medenîsi, bir devrim kanunu olarak çıkarılmıştır. Mahmut Esat Bozkurt’un yazdığı gerekçede bu devrimin anlamı ve önemi özetle şu cümlelerle vurgulanmıştır: “... insanlık yaşamı, hergün hatta her an esaslı değişikliklerle karşı karşıyadır. Bu değişiklikleri, yürüyüşü değişmez kurallar çevresinde saptamak ve doldurmak mümkün değildir. Kanunları dine dayalı olan devletler kısa bir zaman sonra ülkenin ve ulusun ihtiyaç ve isteklerini karşılayamazlar. Çünkü dinler değişmez hükümler belirtirler. Yaşam yürür; ihtiyaçlar hızla değişir.Değişmemek dinler için bir zorunluluktur. Bu bakımdan dinlerin sadece bir vicdan işi olarak kalması günümüz uygarlığının esaslarından birisidir.”
“...Yüzyılımız uygarlığına mensup devletlerin ilk ayırıcı nitelikleri din ile dünyayı ayrı görmektedir. Bunun tersi, devletin kabul ettiği din esaslarını kabul etmeyen kimselerin vicdanlarını baskı altına almak olur. Bunu yüzyılımızın devlet anlayışı kabul edemez. Din, devlet gözünde vicdanlarda kaldıkça saygındır ve temizdir. Dinin hüküm halinde kanunlara girmesi tarihin akışında çoğu kez hükümdarların, zorbaların, güçlülerin keyif ve isteklerini tatmine aracı olması sonucunu getirmiştir. Dini dünyadan ayırmakla yüzyılımızın devleti, insanlığı tarihin bu kanlı sıkıntısından kurtarmış ve dine gerçek ve sonsuz bir taht olan vicdanı ayırmıştır. Özellikle çeşitli dinlere mensup uyruklara sahip devletlerde tek bir kanunun bütün toplumda uygulanma yetkinliğini kazanabilmesi için bunun dinle ilişkisini kesmesi ulus egemenliği için de bir zorunluluktur.”
“...Medeni Kanun, Türkiye’de hukuk birliğini gerçekleştiren bir kanundur.
Çünkü bu kanunun konusu olan olaylarda daha önce şeriat hükümleri uygulanmakta idi. Ancak çeşitli konularda farklı görüşler, farklı içtihatlar vardı. Bunlar arasında bir birlik yoktu.
Ülkemizde farklı dinlere, hatta mezheplere mensup insanlar için başka kurallar uygulanıyordu. Yabancılar için “kapitülâsyonlar” denilen ayrıcalıklı kurallar geçerliydi.
Lozan Antlaşması’nda ülkemizdeki azınlıkların kendilerine özgü hukuk kurallarını, özellikle kişiler hukuku ve aile hukukunda kendilerine özgü kuralları uygulayabilmeleri için özel hükümler vardı. Ancak,
Türk Kanunu Medenîsi’nin İsviçre Medenî Kanunu’nun iktibası yoluyla yapılması kararlaştırıldığında ülkemizdeki Musevî ve Hıristiyan azınlıklar Adalet Bakanlığı’na başvurarak Lozan Antlaşması’nın kendilerine tanıdığı haklardan feragat ettiklerini bildirmişlerdir. Bu, Türkiye’de daha Cumhuriyetin başlangıcında oluşabilecek bir farklı hukuk uygulaması olasılığını ortadan kaldırmıştır.
Böylece Türk Kanunu Medenîsi, Türkiye’de hukuk birliğinin ve ulusal birliğin gerçekleşmesi yolunda çok önemli bir hukuk devrimi olmuştur..”

Nazan Moroğlu
TÜKD Genel Başkanı



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder